TR-Dizin İndeksli Yayınlar Koleksiyonu
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/1836
Browse
Browsing TR-Dizin İndeksli Yayınlar Koleksiyonu by Author "02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü"
Now showing 1 - 20 of 57
- Results Per Page
- Sort Options
Article 1930 Öncesi Bakhtin Çevresi Estetiğinde Form ve İçerik(2016) İlim, Fırat; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmanın amacı, Bakhtin Çevresi düşünürlerinin Rus Formalistleri sonrası form ve içerik unsurlarını tekrar ele alış biçiminin ana hatlarını serimlemektir. Formalistler herhangi bir estetik kuram ortaya koymamış ve özel bir metodoloji geliştirmek için çabalamamışlardır. Onlar edebiyat alanını genel estetikten soyutlayarak başlı başına "edebilik" konusu ile ilgilenmişlerdir. Bakhtin, Voloşinov ve Medvedev'in özel olarak ilgilendiği form sorunsalı ise, Formalistlerin aksine, felsefi estetikle ilişkilendirilen bir içerik estetiği üzerinden yeniden ele alınır. Bakhtin Çevresi'ne göre form, bireysel bir girişimin ürünü olmaktan büsbütün uzak bir biçimde, belirli sosyolojik amaç ve yönelimler ışığında belirlenen toplumsal-tarihsel bir üründür. Bu yaklaşım, estetik form sorunsalını bilgi sosyolojisinin bir konusu haline getirirken, aynı zamanda edebiyat, estetik ve kültür alanlarını tarihsel ve toplumsal pratikle yeniden ilişkilendirecek bütünlüklü bir estetik kuram fikrinin çekirdeğini oluşturur. Biz bu çalışmada Bakhtin tarafından 1930 sonrasında geliştirilecek olan bu kuramın erken uğraklarını ve bu uğraklar içerisinde form ve içerik unsurlarının ilişkisini ele alacağız.Article Ali Tûsî'nin Gazâlî'nin Tehâfüt'ünün On Yedinci Meselesine Katkıları(2016) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalede, XV. asır Tehâfüt yazarlarından Ali Tûsî'nin sebeplik meselesine hasrettiği on yedinci bölümle ilgili bir argümantasyon analizi sunulmaktadır. Bu analiz, Ali Tûsî'de, Gazâlî'nin Tehâfüt'ünde aynı meseleye hasredilen on yedinci bölümle benzer yanların olduğunu; yanı sıra ondan farklı kavram ve argümantasyon yapılarının bulunduğunu gösterir. Benzerliklerin başında, Ali Tûsî'nin sebepliğin ontolojik bir zorunluluk içermediği ve fakat bu durumun bilgilerimizdeki kesinliği zaafa uğratmayacağı konusunda Gazâlî ile ortaklaşması gelir. Farklar arasında ise, Ali Tûsî'nin sebeplik tartışmalarına dâhil ettiği nefsü'l-emr kavramı, hakîkî illiyetsıradan sebebiyet ayrımı ve hareketin sebepleriyle ilgili fizik ve metafizik açıklamalar arasındaki çelişkilere odaklanan argümantasyon bulunur. Bu özellikleri nedeniyle Ali Tûsî'nin Tehâfüt'ü, dar anlamda bir şerh olarak değerlendirilemez. Ali Tûsî, post-klasik dönemde sebeplikle ilgili yapılmış tartışmaları dikkate alarak on yedinci meselede Gazâlî bağlamını aşan bir tavır sergilemiştir.Article Anlam Arayışında Derrida'nın Yinelenebirlik ve Différance Söylemi(2016) Can, Eren; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalenin amacı, Derrida'nın anlam sorunsalını nasıl ele aldığını, Saussure ve Austin özelinde geleneksel sözmerkezci düşünceye yaptığı eleştirilerle birlikte anlam arayışında öne çıkan "yinelenebilirlik" ve "différance" söylemini göstermektir. Derrida, bu söylem geleneksel Batı metafiziğinin temeli olarak değerlendirdiği "mevcudiyet" ve "temsil" kavramları etrafında tartışır. Geleneksel Batı metafiziğinin içindeki sözmerkezci yapının tüm iletişimi söze indirgeyen ve iletişim içinde aktarılan anlamı "kesinleştirme" çabalarına karşı radikal bir eleştiri getiren Derrida, bu çabayı da beyhude bir çaba olarak nitelendirir. Çünkü anlamını bulan her ifade saçılım ve yenilenebilirlik kavramı yoluyla, başka bir anlama gönderme yapar ve göstergeler zaman içinde bir bağlamdan diğer bağlama geçerek, tarihsellik içinde anlamları farklılaşarak bugüne kadar gelirler. Üstelik orijinal anlam'a ise hiçbir zaman ulaşamayız, çünkü göstergeler, geçmişte, şimdide ve gelecekte olan, bağlamdan bağlama ifade ettikleri anlamı farklılaşan bir zincir şeklindedir. Bu zincir içinde değişen anlamların izi sürülebilir ancak. Bu zincir içinde durmadan değişen anlamın kesinliğini sağlama çabası, Derrida'nın felsefesinde dile sabit sınırlar çizmek yerine göstergelerin değişen anlamlarını ortaya çıkaran, belirlenimsizliğin hüküm sürdüğü bir oyuna dönüşmüştür. Bu oyun içinde her anlam, bir yorum olur ve orijinal anlam da bu yinelenebilirlik devinimi içinde yitip gitmiş, kendi izini silen bir iz olmuştur.Article The Approach of Kalām to the Physical Universe: Schools and Breaks(Anadolu İlahiyat Akademisi, 2023) Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunus; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiKelâmcılar, sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren fiziksel evrenle daha fazla ilgilenmişler ve daha önce gündemlerinde olmayan cisim, hareket, durağanlık ve değişim gibi konularda teoriler ortaya koymuşlardır. Kelâm ekollerinin fizik yaklaşımları birbirlerinden farklı olduğu gibi farklı dönemlerdeki fizik hakkında düşünme tarzları da farklıdır. Bu çalışmanın amacı kelâmcıların fiziksel evrene yaklaşımlarını tespit etmektir. Bu bağlamda, kelâmcıların beş farklı yaklaşımının olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi araz taraftarlarıdır. Evrenin arazlardan meydana geldiğini savunan bu yaklaşım cisimlerin bütünlüklü yapılar olarak görülmesinin zihnimizin eseri olduğunu savunur. İkincisi tabiatçı kelâmcılardır. Nazzâm, Câhız ve Sümâme bu yaklaşımı savunan kelâmcılardır. Onların ortak özelliği cisimlerin tabiatlarını kabul etmeleridir. Bu yaklaşıma göre cisimler başka bir müdahaleye gerek kalmaksızın tabiatlarına uygun bir şekilde davranmak zorundadır. Nazzâm, bu yaklaşıma uygun bir teori geliştirmiş ve teorisini tecrübelerle desteklemeye çalışmıştır. Atomculuğu reddeden Nazzâm cisimlerin karşıt bileşenlerden oluştuğunu ve onların sürekli hareket halinde olmalarını sağlayan iç dinamizme sahip olduklarını ısrarla söyler. Câhız ise hayvanların doğasını ve hareketlerini öğrenmek için çokça gözlem yapmanın yanı sıra birtakım deneyler yapmıştır. Kelâmın fizikle ilgili üçüncü yaklaşımın sahipleri ise atomcu kelâmcılardır. Atomculuk kelâmda en yaygın fizik yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre cisimler sonsuza kadar bölünmez. Evren parçalanmayan parçacıklardan oluşur. Bu yaklaşım atomlar arasında boşlukların olduğunu ısrarla savunur. Bu düşüncelerini savunmak için birtakım örnekler veren atomcu kelâmcılar, cisimlerin tabiata sahip olduğunu kabul etmezler. Bunun yerine evreni açıklamak için itme gücü (i‘timâd) teorisini geliştirmişlerdir. Dördüncü yaklaşımın sahipleri ise hem atomcu hem tabiatçı kelâmcılardır. Ebu’l-Kâsım el-Ka‘bî’nin başını çektiği bu yaklaşım, evrenin atomlardan oluştuğunu ve her cismin bir tabiatının olduğunu savunur. Bu yaklaşım evrende boşluğun olmadığını söyler ve bu düşüncesini birçok tikel fenomeni izah ederek ispatlamaya çalışır. Beşinci yaklaşım ise Aristoteles’in dört neden nazariyesiyle fiziksel evreni değerlendiren kelâmcılardır. Gazâlî sonrasında Eş‘arî kelâmcılar, Aristoteles’in fiziğinin temelini teşkil eden dört neden nazariyesini kelâmî tezleriyle uyumlu hale getirmeye çalışmışlardır. Makalede bunu başarmak için ne tür yöntemlerin takip ettiği ele alınmaktadır.Article Aristoteles ve Nietzsche’de trajedinin işlevi(2013) Duman, Musa; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalede, Aristoteles ve Nietzsche’nin trajedinin işlevine yönelik görüşlerini karşılaştırıp, farklılıklara işaret ediyoruz. Bazı önemli metinlere yakından bakmak suretiyle, Aristoteles’in trajedi analizini ve bu analizin Aristoteles’in genel konumu içerisindeki imalarını inceliyoruz. Sonrasında bu analizin hayati noktalarını Nietzsche’nin trajik mitos ve müziğe dayalı yeni bir kültür, eski yunan modelinden esinlenen bir kültür inşa etme projesi ile bağlatılandırıyoruz. Bu bağlamda, Dionysoscu dünya-görüşü, trajik içgörü, güç iradesi, mitos, katharsis, mimesis, logos ve pathos gibi kavramları soruşturuyoruz.Article Arthur Schopenhauer’de Evrim, Etik ve Estetik İlişkisi(FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2020) Bingöl, Sedat; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmada istemenin kendisini farklı basamaklar halinde nesneleştirdiği, istemenin nesneleşme basamaklarında bir tür evrimsel süreç olduğu, evrimsel sürecin insanda son bulduğu ve bunun nedeninin ise insanın istemeyi susturma kabiliyeti olduğu gösterilecektir. Bunlara ek olarak estetik açıdan dehaların ve etiğe teslim olmuş bireylerin istemeyi durdurma kabiliyetlerinden dolayı evrimin insanda son bulduğu ortaya konacaktır. Ahlak ve sanat sayesinde istemeye “hayır” demenin, aynı zamanda acı çekmeye de “hayır” demek anlamına geldiği gösterilecektir. Schopenhauer açısından isteme; görünümlerin, fenomenlerin ya da tezahürlerin çeşitliliğini oluşturur. Fenomenler dünyasını mümkün kılan ve hem tekilin hem de tümelin özü olan istemenin yadsınması ya da reddedilmesinin ahlak ve sanat aracılığıyla nasıl mümkün olduğunu göstermek bu çalışmanın temel problemidir.Article “Bilimin İnsanileştirilmesi”nden Bilim Sosyolojisine: George Sarton(2024) Koçhan, Metin; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiSarton, bilimi sistematize edilmiş pozitif bilgi olarak tanımlarken bilim tarihini de elde edilen bu bilginin gelişimini betimleme ve açıklama çabası olarak tarif etmiştir. Sarton, bilimin gelişimini betimleme girişiminin başarıya ulaşması açısından, bilim tarihi araştırmalarında izlenmesi gereken çeşitli yöntemler belirlemiştir. Bu yöntemler arasında göz önünde bulundurulması gerektiğini önemle vurguladığı husus bilimsel etkinliğe, insanî bir hüviyetin kazandırılması düşüncesidir. Zira Sarton açısından bilim tarihi, sadece bilim insanlarının ortaya koymuş oldukları bilgileri tarif etmekle sınırlandırılamaz, bilimsel bilginin elde ediliş sürecindeki tüm insani özellikler de olabildiğince aydınlatılmalı, bilim insanlarının sosyal bir boşluk içinde yaşamadıkları gösterilmelidir. Sarton’un bu tutumu, bilim sosyolojisi alanına da kapı aralayan bir muhtevaya sahiptir. Bu açıdan bu çalışmada Sarton’un bilim tarihi araştırmalarında yöntem analizinde bilimin insani yönüne ayırdığı yer ele alınacak, bu yaklaşımın bilim sosyolojisi açısından nasıl bir muhtevaya sahip olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.Article Description of Quantum Physics From the Perspective of Fuzzy Logic;(Hitit University, 2024) Koçhan, Metin; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiThe end of the 19th century corresponds to a period in which different problem areas emerged in the field of physics, characterised as classical or modern physics, which contain different structural features that cannot be explained with the assumptions of Newtonian physics. As a result of the studies carried out to solve these problems, a new type of physics, called “-quantum physics-“, emerged at the beginning of the 20th century, based on principles different from those of classical physics. The study of the behaviour of objects in the subatomic universe was the interest of quantum physics. The atom, once regarded as indivisible by Newton, became the object of quantum physics studies, which enabled it to be broken down into smaller parts and thus penetrated. Quantum physics changed the approach of modern physics to the universe, which was based on the assumption that it consisted of fixed and completely isolated fundamental particles, and led to the emergence of the idea that relational processes, not isolation, were dominant among the particles that made up the universe. This physics discovered the existence of new phenomena in the subatomic universe that did not fit the mechanistic-deterministic approach considered characteristic of the macro-universe. The emergence of these discoveries required a radical change in the fundamental concepts of “space”, “time”, “object”, “observer”, “measurement”, “effect”, “locality” and “interaction”, which classical physics was based on. This is because the nature of the phenomena that quantum physics draws attention to in the micro-universe does not coincide with the assumptions of classical physics regarding these concepts. This non-overlapping situation is essentially because the phenomena occurring in both fields arise according to different logical schemes. Classical mechanics is based on the fundamental principles of classical logic. However, the phenomena to which quantum physics refers do not conform to the basic principles of classical logic. In this respect, the findings of quantum physics cannot be understood using the structure of thought based on classical logical principles. Today, however, it seems possible to make this interpretation from the perspective of the fuzzy logic paradigm, which puts vagueness, the main focus of quantum physics, on its agenda. Today, the concept of vagueness has been incorporated into the scientific process. Parallel to quantum theory's positioning of vagueness as a principle, fuzzy logic has also integrated vagueness in all knowledge processes and included it in its structure not as a situation to be avoided, but as a situation to be evaluated. In this sense, this study aims to demonstrate that the basic principles of quantum physics, which cannot be adequately described by the classical mode of thought shaped by the principles of classical logic, can instead be depicted from the perspective of fuzzy logic, which has created a significant area of application in the field of engineering, especially in artificial intelligence studies. In this direction, this study first discusses the process that led to the emergence of quantum physics in general and proceeds to present its basic principles based on the views of the Copenhagen School, which has become the standard view of quantum physics. After mentioning that the phenomena outlined by quantum physics cannot be described within the limits of the three basic principles of classical logic, this study presents the fuzzy logic system as it makes such a description possible. Finally, this study attempts to illustrate in which contexts the basic principles of quantum physics can be associated with fuzzy logic theory. As a result of this investigation, this study reiterates that quantum physics can sufficiently be described from the perspective of fuzzy logic. One of the main goals of revealing this relationship is to create an important basis for philosophical activity. Just as Newtonian physics, one of the major developments that determined the paradigm of modern science, was based on classical logic, and in turn, classical logic provided a framework for philosophical ways of thinking influenced by classical physics, revealing the relationship between quantum physics and fuzzy logic will indicate that fuzzy logic can provide a framework for philosophical ways of thinking that will complement quantum physics. In this respect, this study aims to demonstrate that quantum physics and fuzzy logic accompany each other in the scientific realm. © 2024, Hitit University. All rights reserved.Article Ebü’l-Ferec İbnü’l-İbrî Üzerinde İslam Felsefesinin Etkisi(2017) Doru, Mehmet Nesim; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesiİslam felsefesi ve Süryani düşüncesi arasındaki etkileşimin en önemli örnekleri II/VIII. ve VII/XIII. yüzyıllar arasında olmuştur. İlk dönemlerde Süryani düşünürler daha aktif iken özellikle XI. yüzyıldan sonra İslam felsefesinin güçlenmesi ile birlikte İslam felsefesi diğer düşünce birikimlerini etkisi altına alarak güçlenmiştir. Bu dönemden sonra Süryani düşüncesi büyük oranda İslam felsefesinin etkisi altına girmiştir. Müslüman olmayan unsurların arasında Süryani düşüncesi, diğer kültürlere nazaran daha fazla İslam felsefesinin etkisinde kalmışlardır. VII/XIII. yüzyılda Süryani düşüncesinin en önemli ismi olan Ebü'l-Ferec İbnü'l-İbr? (Bar 'Ebroyo), İslam felsefesinin önemli düşünürlerini takip etmiş ve onların eserlerini Süryani düşüncesine uyarlamıştır. O felsefî düşüncenin nazarî meselelerinde İbn Sînâ ve Nasiru'd-Dîn Tûsî'nin etkisinde kalırken pratik ahlak konularında ve mistik yaşam felsefesinde Gazzâlî'nin etkisinde kalmıştır. Bu çalışmada onun adı geçen İslam düşünürleri ile yakınlığı ve düşünsel ilişkisi incelenecektir. Başka bir ifadeyle onun bu düşünürlerin hangi fikirleri ile ilgilendiği ve onlardan neler aldığı tartışılacaktır. Bu çalışma aynı zamanda, İslam felsefesinin etkisinin Müslüman olmayan kültürlerdeki yansımasının en önemli örneklerinden birini ele almakla önem arz etmektedirArticle Gazali ' de niyetsel anlam tasavvuru ve teolojik uyarlanışı(2009) Bor, İbrahim; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiFollowing the precedent kalamic scholars of Ehl-i Sunnah (Islamic Ortodoxy), al-Gazali explains meaning on the basis of the intention of the speaking subject. In his two famous works on the issue, al-lqtisatfi'l Vtiqad and al-Marifethu'l Aqliyyah, speech is defined as "meaning determined in mind". This definition treats the "word" as being identical to "meaning" and rests on an understanding of meaning as intentional fixed content. In this apprqach, lingiustic elements (the phonemes, morphemes, words etc)matter simply as vehicles to reflect mental contents. In al-Marifathu'I Aqliyyah, Gazali presents detailed and elaborate analysis of thought, word and speech/meaning. In his scheme of thought, speech builds upon thought and corresponds to a content that is shaped in mind and communicated through language. The word is that linguistic dimension of speech which enables communicaton. As a main theological conlusion, Gazali tries to adapt this semantic conceptual framework to the analysis of divine speech with attention to the ontological difference between God and human nature. In al-Ikhtisad, Gazali evaluates divine speech in a literal way, as a real and singular attribute such as God's will and knowledge. In al Marifethu'l-Akliyyah, however, he approaches al-Farabi's and Avesenna's views suggesting that speech is not an additional property to knowledge. God's speech is an essential property, so it is eternal and immuatable like God's essence. Its eternity comes from the meaning side which depends upon knowledge. While the word, that is that which is created, is temporary. , When God addresses human beings on the historical plane, he does so as a speaking subject. This (divine) act realizes in different forms of revelation depending upon the statue of his interlocutors, e.g. prophets or other some elected persons.Article Grek ve İslam etkileri ışığında süryanilerde felsefi düşüncenin gelişimi(2012) Doru, Mehmet Nesim; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmada, Mezopotamya’nın en eski halklarından biri olan Süryanilerin felsefe alanında yaptıkları çalışmalar ele alınacaktır. Bilindiği gibi felsefe, herhangi bir şahsa veya topluma ait değil insanların ortak malı, başka bir ifade ile kümülatiftir. Bir kültürden başka bir kültüre aktarılabilen, değişen ve dönüşen bir disiplindir. Daha önceleri Mezopotamya’nın eski uygarlıklarının elinde empirik karakterli iken Grek dünyasında a-priorik ve sistemli bir hale dönüşmüştür. Felsefe geleneği, Süryanilerin de içinde bulunduğu birçok etno-dinsel topluluk tarafından Doğu’ya ve oradan da İslam dünyasına aktarılmıştır. Bu çalışmada, ilk olarak felsefi düşüncenin Süryanilerin elinde aldığı karakteri analiz edilecek, ikinci olarak Grek düşüncesinden İslam kültürüne uzanan süreçte Süryanilerin katkıları analiz edilecektir.Article Hegel’in Sisteminde Doğa: İdealizmi Doğayla/Doğada Yeniden Düşünmek(2023) Yirmibeş, Mert Can; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiHegel'in felsefe sistemi, geniş çapta bilinen eleştirel okumalarından büyük ölçüde farklı bir idealizm için kompleks bir düşünce dizilimi sunar. Bu makale Hegel'in sisteminde doğanın konumunu sistemin mistik bir idealizm olarak düşünülmesine izin vermediğini, düşünce sistemi olarak felsefenin gelişiminde bir noktada maddi dünya ile ilişkilendirilmesi gerektiği fikrini, mantık-doğa ve doğa-tin ilişkilerini inceleyerek göstermeyi amaçlamaktadır. Bu makale, önce idealizm ve natüralizm terimlerinin Hegel'in sistemi ile uyumlu tanımlarını sunar. Makale Hegelci bir anlamda idealizm tanımını kabul ederken, indirgemeci-olmayan natüralizmi, Hegel'in sistemiyle uyumlu bir natüralizm biçimi olarak, amacı için kabul eder. Verilen tanımlar ışığında, makale ikincil olarak Hegel'in sisteminde mantık ile doğa arasındaki ilişkiyi incelemekte ve üçüncü olarak doğanın tin ile ilişkisini incelemektedir. Doğanın mantık ve tin ile ilişkisi, Hegel'in felsefe sisteminin idealizmle birlikte indirgemeci-olmayan natüralizmin unsurlarını içermeye açık olduğuna dair sonuç çıkarmamıza olanak tanır.Article Hocazâde'nin Tehâfüt'ünün Sebeplik Bölümü Üzerine Bir İnceleme(2016) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalede, Osmanlı Sultanı II. Mehmed'in (ö. 886/1481) teşvikiyle on beşinci asırda yazılmış tehâfütlerden biri olan Hocazâde'nin (ö. 893/1488) Tehâfüt'ündeki sebeplik meselesine hasredilen on dokuzuncu bölüm, analitik bir incelemeye tabi tutulmaktadır. Hocazâde'nin sebepliğe ilişkin tartışması, Gazâlî (ö. 505/1111) bağlamı dikkate alındığında eleştirel bir çerçevede seyreder. Bu en açık şekliyle, Hocazâde'nin, İbn Sînâ'yı (ö. 428/1037), filozofların mucizeleri reddettiğine ilişkin Gazâlî'nin ithamından kurtarma çabasında görülür. Ayrıca, Hocazâde'nin sebeplik tartışması, Gazâlî'nin tartışmasından hem kavram hem de argümantasyon düzeyinde birtakım farklar taşır. Argümantasyon düzeyindeki farklılıklar arasında en dikkat çeken husus, Hocazâde'nin kendi vahiy ve mucize anlayışını, Gazâlî'den ziyade İbn Sînâcı nübüvvet teorisine dayandırmasıdır. Böylece Hocazâde, İbn Sînâ sisteminin mucizelerin imkânına yer bırakmadığına ilişkin iddiaya karşı uygulamalı bir cevap vermiş olur. Kavramsal düzeyde ise Hocazâde, Gazâlî'den farklı olarak tam illet-nakıs illet ayrımına gider ve nakıs illet olarak gördüğü tabiatların kendi eserlerini meydana getirme konusunda yetersizliğini göstermek için başka bir alan açmış olur. Öte yandan Hocazâde, sebepliğin ontolojik bir zorunluluk içermediği ve fakat bu durumun bilgilerimizdeki kesinliği zaafa uğratmayacağı hususunda Gazâlî ile hemfikirdirArticle Hoşgörü Ahlâkı ya da Politiği: Hoşgörüye Teleoloji Yüklemek(Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 2020) Gökdağ, Kamuran; Karadeniz, Sıtkı; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02.12. Department of Sociology / Sosyoloji Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makale, hoşgörü ahlakının veya politiğinin varoluş koşullarına ilişkin bir soruşturma aracılığıyla, yakın zamanda biri Yeni Zelanda’da, diğeri Norveç’te meydana gelen iki terör eylemi etrafında örülen söylem ve pratiklerin göstergebilimsel bir analizini yapıyor. Bu soruşturma esnasında, bir taraftan, Kant’ın, referans-değerleri bakımından ahlak yasalarına ilişkin yaptığı mantıksal araştırmadan, diğer taraftan, John Locke’un hoşgörünün varoluş koşullarına içkin teolojiye dair yaptığı örtülü araştırmadan faydalanıyor. Bu müracaatlarla, sözkonusu olaylar sonucunda yeniden gündeme gelen hoşgörü ahlakına ya da politiğine yerleşik kodları ve failleri veya özneleri şeffaflaştırmaya çalışan bu makale, bu anlamda üç temel yapılandırıcı unsur tespit ediyor: Hristiyanlık, Avrupalılık ve boşluk. Belirli varsayımları, yükleri veya yüklenen bir teleolojiyi muhafaza etme eğilimindeki bu sistemde yerleşik faillerinin örtülü bir biçimde nasıl çalıştığını göstermek üzere elek metaforuna müracaat ediliyor. Bu metaforik sistemde Hıristiyanlık ve Avrupalılıkın, hoşgörü ahlakının/politiğinin, Kantçı anlamda, amaç-öznesine karşılık geldiği; boşlukun ise bir taraftan hoşgörüye davet edilen ötekileri referans-değerlerinden arındırma işlevini gördüğü, diğer taraftan ise bu sistemde yerleşik failleri görünmez kıldığı öne sürülüyor.Article İbn S?n?’nın zihin Felsefesinde eylem süreci(2014) Yunus Cengiz; Cengiz, Yunus; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalenin amacı, İbn S?n?’nın düşüncesinde açıklandığı şekliyle eylem sürecini ve bu süreci oluşturan zihinsel durumları çözümlemektir. Felsefî açıdan eylem, bir dizi zihinsel halin eşlik ettiği bir süre ç sonucunda ortaya çıkar. İbn S?n ? da bu minvalde bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Ona göre, eylemin yani ihtiyarî hareketlerin oluşması, idrak, iştiyak ve bedensel hareketlerin oluşmasına bağlıdır. Bu bir süreçtir ve İbn S?n?’ya göre tahayyül, düşünme, iştah, öfke ve irade gibi kimi haller bu sürecin temel unsurlarıdır. Bu makalede, İbn S?n?’nın eylem teorisinde söz konusu zihinsel hallerin eylem sürecinde birbirleriyle olan ilişkileri ve eylemin ortaya çıkması açısından icra ettikleri işlevler tahlil edilmektedir.Article İbn Si?nâ’dan Ebheri?’ye Tam İllet-Nakıs İllet Ayrımının Ortaya Çıkıs?ı(2017) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışma, XIII. asırda kullanılmaya başlayan ve takip eden asırlardaki felsefe-kelâm metinlerinde sıklıkla karşımıza çıkan tam illet ve nakıs illet (el-'illetü't-tâmme ve el-'illetü'n-nâkısa) ayrımının tarihî seyrini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, İbn Sînâ'nın (ö. 428/1037) el-İşârât, III.V.8 pasajındaki ifadelerinin klasik sonrası İslam düşüncesinde illiyet yeterliği etrafında yapılan tam illet-nakıs illet ayrımına hangi filozof-kelâmcıların katkılarıyla evrildiği gösterilecektir. Söz konusu ayrımın tam illet kısmıyla ilgili ilk örnekleri veren Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî (ö. 547/1152), Sühreverdî (ö. 587/1191) ve Fahreddin er-Râzî'nin (ö. 606/1210) kullanımları, bu ayrımın gelişim süreciyle ilgili önemli katkılar sağlar. Dahası Râzî'nin el-Metâlib'indeki tam illet tanımı ayrımın işlevi bakımından ele alındığında, illiyet sürecine tanrısal iradeyi dâhil etme teşebbüsü olarak okunabilir. Fakat yine bu kullanım ve tanım teşebbüsleri, tam illetin mahiyetini daha açık kılmak için onu nakıs illetin de eşlik ettiği bir ayrım içinde sunmaz. Tam illet-nakıs illet ayrımının kavramsal düzeyde açık bir şekilde yapıldığı ilk örnekler Esîrüddin el-Ebherî (ö. 663/1265) ve onunla birlikte Necmeddin el-Kâtibî (ö. 675/1277) tarafından sağlanır. XIII. asırdan sonraki felsefe-kelâm metinlerinde ise tam illet-nakıs illet ayrımının illet-malul fasıllarındaki tartışmalarda vazgeçilmez bir konum kazandığı görülürPresentation İbn Sînâ felsefesinde metafizik bilginin imkânı sorunu Ömer Türker, İstanbul: İsam yayınları, 2010, 272 s. Isbn: 978-605-5586-28-7(2012) Gökdağ, Kamuran; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi…Other İBN SÎNÂ’DA İLK SEBEP: YENİ-EFLÂTUNCU BAĞLAMDA BİR İNCELEME(2017) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmada, Aristoteles’te (ö. MÖ 322) İlk Sebep’in kanıtlanmasıyla ilgili ola- rak ortaya çıkan sonsuz güç argümanının İbn Sînâ’daki (ö. 428/1037) versiyonu, Yeni-Eflâtunculuk bağlamıyla birlikte ele alınmaktadır. Bu çerçevede İbn Sînâcı İlk Sebep’in sahip olduğu fâil ve gâye sebepliğin nitelikleri ile bunlar arasındaki ilişkiler gösterilmekte ve bu iki sebepsel yönün İlk Sebep’te bir arada bulun- masının yol açtığı problemler, muhtemel çözüm önerileri eşliğinde tartışmaya açılmaktadır.Article İBN SÎNÂ’DA SUDÛRUN MANTIĞI: SEBEPLİK- SUDÛR İLİŞKİSİ HAKKINDA BİR İNCELEME(2017) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu makalenin amacı, İbn Sînâ'nın (ö. 428/1037) sudûr teorisinin mantığının mistik bir arka plana dayalı olarak değil, felsefi bir zemin üzerinde geliştiğini ortaya koymaktır. Bu ise, İbn Sînâcı sudûrun teorisinin, Aristoteles'in (ö. MÖ 322), Yeni-Eflâtuncu filozofların ve İbn Sînâ'nın kendi sebeplik düşüncesiyle irtibat noktaları gösterilerek yapılacaktır. Bu çerçevede, makalede, İbn Sînâ'nın sudûr teorisinin sebeplikle olan üç irtibat noktası tespit edilmiştir: Bunlar, (i) aktarıma dayalı sebeplik anlayışı, (ii) "Birden bir çıkar" ilkesi ve (iii) zâtı gereği zorunlu ve başkasıyla zorunlu/zâtı gereği mümkün ayrımıdır. Bunlardan ilk ikisi, Aristotelesçi ve Yeni-Eflâtuncu bağlama işaret eder. Üçüncü ise İbn Sînâ'nın sudûr teorisine dâhil ettiği özgün felsefi katkısını gösterir. İbn Sînâ, her biri, aynı zamanda sebeplik teorisinin özelliklerinden olan bu ilkelere dayalı olarak sudûr teorisini ortaya koyar. Böylece İbn Sînâ, kendisinden önceki Yeni-Eflâtuncu filozofların ve Fârâbî'nin (ö. 339/950) sudûr şemalarına nispetle sebeplikle irtibatı daha belirgin bir sudûr açıklaması sunarOther İbn Sina'nın kelamcıların hudus görüşüne yönelttiği eleştiriler(2010) Kılıç, Muhammet Fatih; 02.06. Department of Philosophy / Felsefe Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışma, kelâmcıların hudûs görüşüne İbn Sînâ’nın yönelttiği eleştirileri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaçla öncelikle kelâmcıların hudûs görüşü, İbn Sînâ’nın eleştirilerine konu olan boyutları ön plana çı karılarak ele alınmıştır. Tanrı kanıtlamasına zemin ha zırlaması açısından âlemin sonradan yaratılmışlığı, bu çerçevede Tanrı’nın en belirleyici sıfatı olarak ezelîliğin ortaya çıkması ve sıfatlar probleminin hâdis âlem fikri ni anlamsız kılmayacak bir şekilde çözülmesine ilişkin gayret, kelâmcıların hudûs görüşünün bu çalışmada ele alınan boyutlarını oluşturmaktadır. İbn Sînâ’nın kelâm cıların hudûs anlayışına yönelttiği eleştiriler ise dört nok tada toplanmaktadır. İlk olarak âlemin hâdis olduğu dü şüncesi birbirini doğuran ve teselsüle yol açan bir zaman anlayışını ortaya çıkardığından mantıksal açıdan kesinlik ifade etmez ve dolayısıyla kabul edilemez. İkinci olarak âlemin hâdis olması, tek başına bizi onun bir muhdisi ol duğu sonucuna götürmez. Üçüncü olarak hudûs görüşü çerçevesinde kaldığımızda âlemin varlığının devamı hak kında muhdisin bir etkisinden bahsetmemiz imkânsızdır. Dördüncü olarak hudûs görüşü, Tanrı’nın yaratma fiilini sonraya bıraktığı için Tanrı’yı işlevsizleştirmektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »