TR-Dizin İndeksli Yayınlar Koleksiyonu
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/1836
Browse
Browsing TR-Dizin İndeksli Yayınlar Koleksiyonu by Author "02.14. Department of History / Tarih Bölümü"
Now showing 1 - 20 of 74
- Results Per Page
- Sort Options
Article 17. YÜZYILDA AŞİRET GELENEKLERİNİN ŞER’İ HUKUKTAKİ YERİNE DAİR DİYARBEKİR MAHKEMESİ'NDEN BİR ÖRNEK: KAN DAVALARINDA SULH AMACIYLA KIZ VERME ÂDETİ VE AŞİRETLİ TOPLUMLAR HAKKINDA BAZI DEĞERLENDİRMELER(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Gümüş, Ercan; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışma, 17. yüzyılda Amid Mahkemesi'nde ele alınan bir "katl" davasında davacı aileye diyet olarak verilen bir takım çiftlik hayvanı, kümes hayvanı ve gündelik kullanım eşyaları arasında zikredilmiş, "berdel usulü"yle gelin giden Zarife adlı kadının davası esas alınarak kaleme alınmıştır. Hasımlar arasında berdel evliliği usulüyle kurulacak akrabalığın muhtemel kan davalarını engelleyeceği düşünülmüş olmalıdır. Bunu mahkemeye sunan ise sulh aracısı kişilerdir ki bunlar hukuki terminolojide "muslihûn-i müslimûn" olarak ifade edilmiştir. Davada, suçlu yerine, ailesinden bir kadın cezalandırılmıştır ve hasım aileye gelin olarak verilmiştir. Bu hususu ise "töre" denilen "sözlü hukuk"un Şer'i hukukta yer bulmasına bağlamak mümkündür. Bundan dolayı araştırmada ele alınan kavramlardan biri töredir. Birden fazla hukukun geçerli olmasından dolayı, sistemi "çoklu hukuk" olarak kabul etmek mümkündür. Aşiret hukukunun yani törenin mahkemede çözüm olarak kabul edilmesi zorunlu olarak aşiretli toplumlar hakkında bazı değerlendirmelere sebep olmaktadır. Bu bağlamda, aşiret yapılarının kaynaklardan takibine girişilmiş, inceleme döneminde ve bu döneme yakın tarihlerde Doğu ve Batı toplumlarında dikkate değer benzerlikle üzerine bazı görüşler sunulmuştur. Çalışma, kan davalarının çözümü için bir başvuru metodu olan berdel usulünü de kapsamaktadır. Çalışmada dikkat çekilen diğer bir problematik mahkemenin verdiği kararın içeriğidir. Mahkemenin kararı, İslam Hukuku'nun ve Evrensel Hukuk’un temel prensiplerinden olan "suçun şahsiliği" ilkesiyle çelişmektedir. Bireysel bir suçun cezası suçlu yerine suçlunun yakınlarından birine ödettirilmiştir.Article 17. YÜZYILIN SONUNDA CİZYE DEFTERLERİNE GÖRE DİYARBEKİR (AMİD) ŞEHRİNDE GAYRİMÜSLİMLER (1691-1695)(e-Şarkıyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2020) Gürhan, Veysel; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiOsmanlı hukukuna göre ülke sınırları içerisinde yaşayan gayrimüslim halk kendilerine sağlanan güvenlik ve himaye karşılığında zimmî olarak tanımlanmakta ve kendilerinden cizye adıyla bir vergi alınmaktaydı. Cizye mükelleflerinin yaşadıkları mahalle, köy, kaza ve eyaletlere göre kaydedildiği defter gruplarına ise cizye defterleri adı verilmekteydi. Bu defterlerden elde edilen veriler sayesinde yerleşim yerlerinde bulunan gayrimüslimlerin nüfusu ve ekonomik durumları ile ilgili bilgiler edinmek mümkündür. Bu araştırma Osmanlı Arşivi’nde Maliyeden Müdevver Defterler (MAD.d) fonunda bulunan Diyarbekir Eyaleti’ne ait 3 cizye defterinden elde edilen verilere dayanmaktadır. 17. yüzyılın sonuna ait bu defterler Diyarbekir kent merkezi ile eyalet içerisindeki kazalara ait verileri ihtiva etmekte; fakat bu araştırma sadece kent merkezine ait verilere odaklanmaktadır. Zira bahsi geçen dönemde Diyarbekir Eyaleti’nin merkezi konumundaki Amid Kazası aynı zamanda eyaletin en büyük şehri olup paşa sancağı olarak da nitelendirilmekteydi. 19. yüzyılın sonlarına kadar gayrimüslim nüfusun yoğun olarak yaşadığı bilinen Diyarbekir kent merkezinde incelenen dönem içerisinde tahmini olarak ne kadar gayrimüslim nüfusun var olduğuna, siyasi, idari ve ekonomik değişimlerin demografik yapıya etkisine, gayrimüslimlerin hangi mahallelerde ikamet ettiklerine dair daha birçok bilgiye bu defterlerden elde edilen veriler ile ulaşılabilmektedir. Bu çalışma ile 17. yüzyılın sonlarında Diyarbekir’de gayrimüslimlerin demografik yapısı ve mekânsal konumlanmaları ile birlikte ödedikleri vergi kategorileri üzerinden sınıfsal durumları tespit edilmeye çalışılmaktadır.Article 18. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Kadın ve Hukuk: Amid Mahkemesi'nde Kadınların Hak Arama Süreçlerine Dair Bazı Değerlendirmeler(2017) Gürhan, Veysel; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiKamusal alanın dışına itilmiş veya itilmeye çalışan birçok topluluk gibi kadınlarda ilk çağlardan beridir süre gelen tarih yazımı geleneğinde kendilerine yeteri kadar yer bulamamışlardır. Çünkü geleneksel tarih yazımı öznesi erkek olan ve erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan konular etrafında gelişmiştir. Kamusal alandaki erkek egemenliği tarihi erkeğe has bir alan olarak gösterirken kadını ise geçmişte gelişmiş olaylarda değişime sebep olmayan ya da sonucu etkileyecek güce sahip olmayan bir konumda temsil etmiştir. Osmanlı Tarih yazımının ilk örneklerinde de benzer şekilde erkekler tarihsel olaylarda özne olarak kabul edilirken kadınlar ise uzun bir süre tarih kitaplarında görünür olamamışlardır. Özellikle feminist kuramın toplumsal tarih çalışmaları ile kesişiminden sonra bahsi geçen algı kırılmış ve arşiv belgelerinden yola çıkarak sadece siyasi olayların değil sosyal tarihin de aydınlatılabileceği bakış açısının gelişimiyle birçok araştırmacı kadınların tarihine yönelmiştir. Bu çalışmada kamusal alanda tutulan Osmanlı kadı sicilleri üzerinden kadınların hak arama mücadeleleri ve Osmanlı kadınının içinde bulunduğu dönemdeki görünümü resmedilmeye çalışılacaktır.Article 18. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINA AİT (M. 1787-1789) 3757 NUMARALI TEREKE DEFTERİNİN AMİD’DEKİ SOSYAL VE EKONOMİK HAYATA DAİR DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ BAZI HUSUSLAR(e -Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2016) Gümüş, Ercan; Gürhan, Veysel; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmada 1787-1789 yıllarında Diyarbekir/Amid mahkemesine ait ölüm kayıtlarının tutulduğu 3757 numaralı tereke defterinin verileri esas alınmıştır. Burada kayıtlı 175 tutanakta ölen kişilerin sahip olduğu servet, cinsiyet, din, meslek ve unvan gibi hususlar üzerinden bazı değerlendirmeler tablolara dökülmek suretiyle ele alınmıştır. Ayrıca, Amid’de yerleşik olan ve dışarıda ölenlerle buraya dışarıdan gelen ve kırsal yerleşim alanından gelenlerin profilleri üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Anlatılan hususlardan hareketle bu yıllarda şehirdeki sosyo-ekonomik tablonun resmedilmesi amaçlanmıştır.Article 1879-1880 MUSUL VİLAYETİ KITLIĞININ EKOLOJİK, İDARİ VE EKONOMİK BAĞLAMI(Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2022) Dinç, Fasih; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiOsmanlı belgelerinde kaht u gala olarak geçen kıtlık, yerel düzeyde ekseriyetle yetersiz ve dengesiz yağışlar sebebiyle toplumun temel besin kaynaklarından olan tahılda meydana gelen azlık ile buna bağlı olarak oluşan pahalılık olarak kendini gösterir. Kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan kıtlık, belli bir döneme mahsus değildir. İklim ve hava durumu koşullarından kaynaklı belli aralıklarla kendi kendini yeniden üretme özelliğine sahiptir. Kıtlığın kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan yapısı, beraberinde etkili ve sistemli bir iktidarın varlığını da gerekli kılar. Zira kıtlığın kendini tekrar eden yapısıyla ilişkili oluşan tahribatın kapasitesi iktidarın konumlanma düzeyiyle ters orantılıdır. Özellikle devlet iktidar alt yapısının zayıf olduğu bölgelerde kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan kıtlıkların olumsuz etkileri daha uzun bir zamana yayıldığı gibi yıkıcı olma kapasitesini de artırır. Bu nedenle kıtlık, doğal bir afet olmanın ötesinde devlet mekanizmasının yetersizlikleriyle de ilişkilidir. 1879 yılında yapılan idari bir düzenleme ile Irak’ın kuzey bölgelerini ihtiva eden Musul, Şehrizor (Kerkük) ve Süleymaniye sancaklarından oluşan Musul vilayeti, karasal iklim kuşağında bulunması nedeniyle belli aralıklarla kıtlıkların görüldüğü bölgelerden biri olmuştur. Ancak kendini yineleyen bu kıtlık hâli, nadiren kitlesel ölümlere yol açan şiddetli açlığa dönüşmüştür. Çünkü 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ikinci yarısına uzanan süreçte Irak’ta etkin bir yönetim sergileyen yerel hanedan idareleri döneminde oluşan kuraklıkların neden olduğu darlıkların, kıtlığa dönüşmesine meydan verilmemiştir. Başka bir ifadeyle bu dönem itibariyle toplumsal hafızada iz bırakan kıtlık anlatılarıyla karşılaşılmamıştır. Doğal afetlerin yıkıcı etkisine ilişkin anlatıların, hanedan idarelerinin ilgası ve sonrasına yani merkezileşeme dönemine tekabül ettiği görülür. Bu anlamda çalışmada bir taraftan 18. yüzyılın ortalarından merkezileşme politikalarının uygulanmaya başladığı 1831 yılına kadar Irak bölgesi idaresini uhdelerinde bulunduran yerel hanedan idarelerinin kuraklık ve savaş gibi nedenlerle baş gösteren kıtlıkları önleme veya olumsuz etkilerini sınırlandırma imkân ve kapasiteleri üzerinde durulmuştur. Öte taraftan da merkezî idarenin tesisiyle birlikte Irak’ta meydana gelen kıtlıkların yol açtığı olumsuzluklarla mücadele imkân ve kapasitesi 1879-1880 Musul vilayet kıtlığından hareketle açıklanarak her iki dönem karşılaştırılmıştır. Merkezileşme politikalarının uygulanması sürecinde Musul vilayet alanının da dâhil olduğu tüm Irak bölgesinde güçlü bir idari sistemin tesis edilememesi baş gösteren kuraklıkların kıtlığa dönüşmesine zemin oluşturmuştur. Makalede 1875 yılında Musul vilayet alanında ortaya çıkan kuraklığın devlet mekanizmasının zayıf iktidar alt yapısı nedeniyle 1879 Aralığından 1880 Mayısına kadar şiddetli bir açlığa dönüştüğü tezi savunulmuştur. Bu çerçevede Musul vilayetinde kıtlığın yıkıcı etkilerini derinleştiren ve bir afete dönüşmesine yol açan iç ve dış nedenler üzerinde durulmuştur. Söz konusu nedenler Musul vilayetinin kendi iç dinamikleri ile birlikte imparatorluğun içinde bulunduğu koşullar ve özellikle İngiltere olmak üzere Avrupa merkezli uluslararası ticaretin Irak’ta etkisini artırmasıyla değişen ihracat ve ithalat yapısı bağlamında izah edilmiştir. Makalede 1879-1880 Musul vilayet kıtlığının yol açtığı olumsuzluklardan en fazla etkilenen ve büyük bedeller ödeyen toplumsal kesimin köylü çiftçiler olduğu sonucuna varılmıştır.Article 19. ve 20. Yüzyılda Siverek ve Havalisinde Aşiret İlişkileri ve Akışkan Bir Konargöçer Aidiyeti: Karakeçililer(Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023) Ekinci, Mehmet Rezan; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiSiverek Karakeçilerine dair ulaşılabilen erken dönem malumat, 15. yüzyılda Akkoyunlu Uzun Hasan adına kaleme alınan Kitab-ı Diyarbekriyye adlı eserden alınmaktadır. Aşirete ve alt kollarına dair iktisadî ve çeşitli kayıtlar, tahrir ve ahkam defterlerinde bulunmaktadır. 16. asırda Milli Aşireti’ne mensub Milli Akkeçili ve Milli Karakeçili olarak tasnif edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid döneminde 1903 senesinde basılı bir risaleden Karakeçilerle ilgili yeni bilgilere ulaşılmaktadır. Risalede Özbek diyarından geldikleri belirtilen aşiretin anıldıkları aile adları, meskûn mahalleri, yüklendikleri vazife ve işlevlerle ilgili bilgiler yer almaktadır. Karakeçi Aşireti’nin Urfa kolu ise, 19. ve 20. yüzyıllarda kendisine bağlı birçok kabileyle Siverek Sancağı’nda yaşamaktaydı. Risalede, anılan Özbek Karakeçilerinin Siverek Karakeçileriyle bağlantılarına dair bir bilgi yoktur. Bununla birlikte Siverek Karakeçilerine bağlı kabileler de tarih boyunca Anadolu’nun çeşitli mahallerinden Siverek mıntıkasına gelerek Karakeçi kimliği etrafında birleşmişlerdir. Birlik etrafında oluşan güç temerküzü ve konfor alanı Karakeçilik mensubiyetine doğru akışkan olarak tavsif edilen bir kimliğin benimsenmesini sağlamıştır. Aşiret, 19. yy. sonlarında 45 ve 46 numaralı iki alayla Hamidiye Süvari alaylarına katılmışlardır. Aşiretin Hamidiye devlet zırhına bürünmesiyle çevre aşiretlerle aralarındaki problemler askeri kimlikleriyle girift bir hale dönüşmüştür. Siverek ve çevresindeki asayişin hükümete akseden yönü, mahallin hazineye katkısının kesintiye uğramasının engellenmesidir. Bu sebeple Hükümet, çatışan aşiretler arasında ılımlı bir siyasetle barışçıl çözümler üretmeye çabalamıştır.Article 19. Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri(İbrahim Özcoşar, 2006) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahim; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiOsmanlı topraklarında ABD misyonerlerinin çalışmaları 19.yy.da başlamıştır. ABD’nin geleceğe yönelik sömürgecilik faaliyetlerinin alt yapısını oluşturan bu çalışmaların ilk hedefi Ermeniler olmuştur. Zamanla Osmanlı coğrafyasında geniş bir alana yayılan bu çalışmalar Süryanileri de hedef kitlesi içine almıştır. Süryanilere yönelen ABD misyonlarının, Misyonerlik çalışmalarını da kullandıkları en etkin yöntem eğitim kurumları olmuştur. Bu amaçla Süryanilerin Osmanlı sınırındaki Mardin’de, büyük bir eğitim kompleksi kurulmuştur. Bu kompleks çatısında yapılan çalışmalar, Süryaniler arasında bir kısmının Protestanlaşıp cemaatin bölünmesine sebep olmuştur.Article 19. Yüzyılda Mardin Kadın Vakıfları ve Kadınların Mülkiyet İlişkileri(Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2022) Akman, Ekrem; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiÖz Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin’de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin’de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer’iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.Article 1929 Dünya Ekonomik Krizi döneminde hukuki açıdan İzmir Limanı(Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2021) Meraklı, Erdem; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmanın amacı, Atatürk Dönemi’nde İzmir Limanı’nın devlet idaresi altına alınmasında rol oynayan hukuki ve ekonomik etkenleri incelemek ve değerlendirmektir. Çalışmada ayrıca, Atatürk Dönemi’nde hükümet ile yabancı sermaye arasındaki ilişkiler, İzmirLimanı’nın millileştirilmesi örneği üzerinden incelenecektir. Araştırma sonunda elde edilenbulgulardan biri, limanın hukuki durumunun değişmesinde, bir dış etken olarak BüyükBuhran’ın rol oynadığı yönündedir. Şöyle ki, Ekim 1929’da ABD’de başlayan ve hızla Avrupa’ya yayılan 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin etkisiyle Türkiye’de tarım ürünü fiyatlarıdüşmüş ve dış ticaret faaliyetleri azalmıştı. İzmir Limanı ise, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaülkenin en önemli ihracat merkezlerinden biriydi ve limandan çoğunlukla tarım ürünleriihraç edilmekteydi. Dolayısıyla ekonomik kriz nedeniyle limandaki ihracat faaliyetlerindedüşüş yaşanmıştı. Bunun üzerine hükümet liman ile ilgili sorunları çözmek için hareketegeçmişti. Dolayısıyla Büyük Buhran’ın, İzmir Limanı’nın hukuki durumunu etkilediği görülmektedir. Diğer yandan çalışma ile, İzmir Limanı’ndaki ihracat faaliyetlerine zarar vereniç etkenlerin, limanı yöneten şirketlerden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Cumhuriyet’inilk yıllarında, limandaki yükleme-boşaltma faaliyetlerinden Türk sermayeli İzmir Limanve Körfez Şirketi sorumluyken, rıhtımın yönetimi ise Fransız sermayeli İzmir Rıhtımı Anonim Şirketinin elindeydi. Türk şirketin uyguladığı yükleme-boşaltma ücretleri ve Fransızşirketin ihracattan aldığı rıhtım vergisi, tüccarın maliyetini yükseltmekteydi. Bu da İzmirLimanı’ndaki ihracat faaliyetlerine zarar vermekteydi. Ayrıca Fransız şirketin karıştığı biryolsuzluk olayı da mevcuttu. Çalışma sonucunda, 1929 Krizi’nin yanı sıra bu etkenlerin delimanın hukuki durumunda yaşanan değişimde rol oynadığı tespit edilmiştir. Bu değişimise, hükümet tarafından Fransız şirketin yönetimindeki rıhtıma el konulması, Türk şirketintasfiye edilmesi ve İzmir Limanı’nın bir devlet idaresi altına alınması şeklinde gerçekleşmişti. Ayrıca çalışma ile, İzmir Limanı’nın millileştirilmesinin bir yabancı sermaye karşıtlığından değil, kamu yararının gözetilmesi amacından kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.Article 1933 Londra Para ve İktisat Konferansı’nda Türkiye(2024) Meraklı, Erdem; Meraklı, Erdem; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiBu çalışmanın amacı, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ne karşı uluslararası ortak çözümler bulunması düşüncesiyle Milletler Cemiyeti tarafından toplanan 1933 Londra Para ve İktisat Konferansı’nın gündem maddelerini ve sonuçlarını, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen ekonomi politikaları açısından değerlendirmektir. Büyük Buhran’ın etkili olduğu yıllarda devletler, krize karşı mücadele ederken birbirlerinden bağımsız iktisat politikaları izliyorlardı. Fakat bu durum sorunları çözmediği gibi, ekonomik krizi daha da derinleştiriyordu. Bu noktada konferanstan beklenen; ABD, Büyük Britanya ve Fransa gibi büyük devletlerin para politikaları ile gümrük duvarları üzerindeki anlaşmazlıklarının sona erdirilmesi ve küresel ekonomik krize karşı ortak önlemlerin alınmasıydı. Ancak konferans sonunda para politikalarında bir uzlaşmaya varılamadı ve konferansta imzalanan Gümrük Ateşkesi’nin ömrü ise sadece birkaç ay oldu. Diğer yandan konferansın katılımcı ülkelerinden Türkiye, bu dönemde gümrük duvarlarını yüksek tutuyor ve para politikalarında devalüasyon karşıtı bir siyaset benimsiyordu. Bu politika esasen, “merkezdeki” sanayileşmiş devletlerin aleyhine, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya genelinde işleyen sürecin bir parçasıydı. Çalışma ile ulaşılan sonuçlardan biri, Londra Konferansı’ndaki görüş ayrılıklarının, uluslararası konjonktürde Türkiye gibi bağımsız iktisat politikaları izlemek arzusunda olan “çevre” ülkelere avantaj sağladığı yönündedir. Makale ile varılan bir başka sonuç ise, küresel ekonomide Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp 1929 Krizi ile hızlanan değişim sürecinin 1933’te Londra Konferansı’nda gün yüzüne çıkmış olmasıdır.Article AHKÂM DEFTERLERİNE GÖRE 18. YÜZYIL ORTALARINDA URFA/RUHA'DA YÜKSELEN YEREL GÜÇLER VE BUNLARIN DEVLET VE ÇEVRELERİYLE İLİŞKİLERİ(Tarih Okulu Dergisi, 2018) Gümüş, Ercan; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi18. yüzyıl, Osmanlı Devleti yönetiminin yerel güçler lehine güç kaybettiği bir dönem olarak değerlendirilmektedir. Osmanlı toprak sistemi ve buna bağlı vergi sisteminin bu dönemde asli fonksiyonunu yitirdiği, kadimden gelen uygulamaların terk edilerek mali ihtiyaçların şekillendirdiği iş göremez köhne bir yapıya döndüğü sıklıkla tekrar edilen hususlardandır. Bu meyanda, devletin kontrol ve otorite boşluğunun yerel güçlerce doldurulduğu düşünülmektedir. Urfa/Ruha gibi aşiret ilişkilerinin güçlü olduğu idare sahalarında ayan ve eşraf yanında, aşiretli aileler de devlet kademesinde askeri unvanlar elde etmişlerdir. Bu sıfatlar, dergah-ı mualla kapıcılığı, alaybeyi, bölükbaşı gibi askeri rütbeler, çoğunlukla voyvoda gibi mali ve idari unvanlar, sipahi ve zaim gibi payelerdir. Zaman zaman aşiretli ailelerin ve aşiret mensuplarının meskun oldukları mahallerde karye ve nahiye ahalileriyle, bazen ise diğer ayan ve eşrafın oluşturduğu yerel askeri bürokrasiyle çatıştığı kaynaklardan takip edilebilmektedir. Bu haliyle Millizadeler, Fettahzadeler gibi yerel eşraf güçlerinin yanında Millî, Kîkî, Cihanbeyli (Canbegli), Karakeçi, Kırvarlı, Zırkî, Mirdasî, Berazî-Çûbî, Halallu, Gergerî, Badıllı, Pirlî, Şeyhan Abbas aşiretleri ve Bucak nahiyesi mensuplarının kendi aralarındaki çatışmalarına veya devlet önündeki durumlarına dikkat çekilecektir. Çalışma, 1 ve 2 numaralı Diyarbekir Ahkâm Defteri’nden elde edilen 1742-1763 yıllarına tarihlenen bazı belgelere dayanmaktadır. Çalışma, coğrafi olarak Ruha, Siverek, Nizip, Harput, Suruç, Rakka ve Amid idari sahalarını kapsamaktadırArticle Alman Oryantalizmi ve İslami Dönem Fars Edebiyatı: Bir Literal Geçişkenlik Örneği Olarak Josef von Hammer-Purgstall (1774–1856)(2019) Avcı, Remzi; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiAvrupa‘da İslami dönem Fars dili, kültür ve edebiyatına duyulan ilginin tarihi oldukça eski bir geleneğe dayanmaktadır. Çeviri hareketleri bağlamında düşünüldüğünde İslami dönem Fars edebiyatının Avrupa ile metinsel temasının 17. yüzyılda başladığı söylenebilir. Coğrafya ve kültüre duyulan yakın ilgi seyyahların dil ve edebiyata ilgisini de beraberinde getirmiştir. Bu dönemde birçok Alman seyyah Safevi ülkesine seyahat etmiş ve tarih, kültür, dil ve İslami dönem Fars edebiyat üzerine geniş bilgiler toplayarak bunları Batı’ya aktarmıştır. 1634 yılında Fars edebiyatı klasiklerinden olan Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Gülistan adlı eseri Fransız oryantalist André du Ryer (1580-1660) tarafından Fransızcaya çevrilmiştir. Friedrich Ochsenbach (1606–1658), söz konusu çeviriyi 1636 yılında Fransızcadan Gulistan, das ist, Königlicher Rosengarten/Gülistan, Kraliyet Gül Bahçesi başlığı ile Almancaya çevirmiştir. Safevi ülkesinde medreselerde Farsça öğrenerek Sa‘dî’nin eserleri ile tanışmış olan Adam Olearius/Ölschläger (1600–1671), Almanya’ya döndükten sonra Safevi elçisinin yardımıyla Gülistan’ı 1654 yılında Persianische Rosenthal/Fars Güller Vadisi adıyla Almancaya çevirmiştir. 18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da Hâfız-ı Şîrâzî ve Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî gibi İslami dönem Fars şairlerinden Batı dillerine yapılan edebi metin çevirilerdeki artış oryantalistlerden şairlere kadar Almanca konuşulan dünyada da etkisini göstermiştir. Bu zaman dilimi Doğu ve Batı arasında ilişkide bir dönüm noktası olarak düşünülebilir. 19. yüzyılın ise ilk yıllarında diplomat, seyyah, tüccar ve oryantalistlerin yaptıkları çeviriler ile başlayan ve gelişen edebî oryantalizm Almanca konuşulan dünyada Doğu’dan Batı’ya bir Fars şiiri çeviri külliyatı bırakmıştır. Söz konusu külliyatın oluşumunda oldukça önemli bir yerde duran Avusturyalı oryantalist Josef von Hammer-Purgstall (1774-1856), Vinzenz Rosenzweig von Schwannau (1791-1865), Valentin von Huszár (1788-1850), Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832), Friedrich Rückert (1788-1866) ve August von Platen (1796-1835) gibi aydınlanmacı, klasik ve romantik akımdan ve birçok düşünür şair ve oryantalistin Fars dili ve şiirine ilgi duymalarında önemli bir etki bırakmıştır. Hammer-Purgstall’ın İslami dönem Fars şiiri çevirilerinden literal bir ağ yarattığınıiddia eden bu çalışma, onun çevirilerinin Alman edebi oryantalizminin inşa ve kurumsallaşmasında nasıl bir rol oynadığını incelemektedirArticle Alman Şarkiyatında Türk Edebiyatının Alımlanışı(2024) Avcı, Remzi; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiAlman Şarkiyatında Türk filolojisi hakkında çalışmalar yapılsa da Türk edebiyatı çok ilgi gören bir alan değildi. 1836 yılında Hammer-Purgstall’ın Geschichte der Osmanischen Dichtkunst (Osmanlı Şiirinin Tarihi) adlı altı ciltlik Osmanlı edebiyatı tarihi bir dönüşümü teşkil eder. Bu eser, genel anlamda bir ilgi uyandırsa da Türk Edebiyatına ilgisizlik on yıllarca devam etti. 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Alman Şarkiyatında Türk Edebiyatı hakkında Almancaya yapılan çeviriler, tanıtım yazıları, antoloji ve edebiyat tarihi gibi farklı alanlarda birçok çalışma yapıldı. Bu eğilimde II. Wilhelm dönemiyle canlanan Osmanlı-Alman siyasi ilişkilerinin savaş ortaklığına evrilmesinin büyük bir payı vardı. Bu şarkiyatçılardan Hammer-Purgstall’ın (1774-1856) yanı sıra Paul Horn (1863-1908), Georg Jacob (1862-1937) ve Otto Hachtmann, Martin Hartmann (1851-1918) sayılabilir. Burada metinleri incelenen şarkiyatçılar sadece Türk Edebiyatından çeviriler yapmadılar ya da sadece yazarları tanıtmadılar; aksine Türk Edebiyatının tarihsel gelişiminde bahsederken aynı zamanda içerik hakkında konuştular ve mukayeseler yaptılar; yani Türk Edebiyatını tasvir ettiler. Bu makale, Alman Şarkiyatı içerisinde bir Türk Edebiyatı tarihini araştırmaktan ziyade onun bu gelenek içerisinde nasıl alımlandığını ortaya koymayı amaçlamaktadır.Article Avrupa'ya Sürgün Edilen Endülüs Müslümanları'na (Moriskolar) Osmanlı Devleti'nin Yardımı (XVII. Asır)(2013) Bilgin, Feridun; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiXV. asrın son çeyreğine girildiğinde Endülüs İslâm coğrafyası dahilî çekişmeler içerisinde boğuşurken, düşmanları olan Hıristiyan krallıkları arasında Reconquista'yı (İspanya'yı yeniden ele geçirme) tamamlamak amacıyla güçlü bir ittifak gerçekleşmiştir. Aragon kralı ve Kastilya kraliçesinin evlilikleriyle oluşan bu ittifaktan sonra, Endülüs'ün son başkenti Gırnâta şehri işgâl edilerek (1492), Müslümanlar'ın İspanya'daki siyâsî ve askerî varlıklarına tamamen son verilmiştir. İşgalden kısa bir süre sonra da yüzbinlerce Müslüman ülkelerinde "parya" durumuna düşürülüp, baskıyla din değiştirmeleri sağlanmıştır. Hıristiyan olmak zorunda bırakılan ve "Moriscos" olarak adlandırılan Endülüs Müslümanları, İspanyol resmî ve dinî çevrelerince daima "öteki, öteki medeniyete" ait olarak görülmüşlerdir. Bu sebeple başlatılan asimilasyon çabalarına rağmen bir türlü "iyi birer Katolik" olmayan ve İspanya'nın düşmanlarıyla (Osmanlı, Fransa ve Kuzey Afrika'daki hanedanlıklar) ortak hareket eden bu insanların, İspanya'da sökülüp atılması için nihâi "toplu sürgün" kararı alınmıştır (Nisan 1609). Bu karardan sonra Müslümanlar, Avrupa üzerinden İslâm topraklarına göç etmeye başlamıştır. Bilhassa, Fransa ve Venedik üzerinden yapılan göçlerin sağlılıklı yapılması için Osmanlı devletinin başlattığı diplomatik girişimler sonuç vermiş ve onbinlerce Endülüs Müslümanı ölümden kurtarılmıştırArticle Aziz Efendi’nin Risâlesinde Kürt Emîrleri (IV. Murad Dönemi, 1623-1640)(2019) Bilgin, Feridun; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiYavuz Sultan Selim ile başlayan ve Kanunî Sultan Süleyman ile üst seviyelere çıkan Osmanlı Devleti ile Kürt emîrleri arasındaki ilişkiler, yüzyıl sonra, Kürt emirlerinin neredeyse bütün sosyo-ekonomik ve sosyo-politik güçlerini kaybettikleri bir noktaya evrilmiştir. Kayd-ı hayat şartıyla kendilerine tevcîh edilen Yurtluk-Ocaklık ve Hükümet sancaklarındaki yönetim hakları, bölge valileri tarafından ellerinden alınmıştır. Emîrler, sahip olduklarını kaybetmemek için ribahorlardan (tefecilerden) faizle borç almışlar ve adeta onlara mahkum hale gelmişlerdir Doğu ve Batı seferlerinde önemli bir askerî güç olarak yer alan Kürt emîrlerinin Devlete sadık kalabilmeleri ve bilhassa, İran seferlerinde icrâ ettikleri hayatî desteklerinin devamı için bir takım tedbirlerin alınması gerekiyordu. Azîz Efendi tarafından hazırlanan ve XVII. yüzyılın ikinci çeyreğinde (1632) devletin askerî, idarî ve malî yapısına yönelik tespit, tahlil ve önerilerin yer aldığı risâlede, Kürt emîrlerin sorunları ve bu sorunların çözümüne yönelik sunulan öneriler, iki taraf arasındaki ilişkilerin tamirini ve bu ilişkilerin tamamen kopuşunu engellemeyi amaçlamıştır. Aksi takdirde, memâlik-i mahrûsenin Doğu sınırları ve Kürt coğrafyası Safevîler’in istilasıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.Article Batı'daki İslam ve Müslüman Algısının Birinci Haçlı Seferi'nde Katliamlar Üzerinden Uygulamaya Konması(2024) Polat, Ziya; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiOrta Çağlar’daki Hristiyan Katolik Dünya’nın İslam ve Müslümanları algılama biçimi, Haçlı Seferleri üzerinden doğurduğu sonuçlar itibariyle, dünya tarihini etkileyen önemli unsurlar arasında yer almıştır. Makale, Haçlı Seferleriyle birlikte Batı’da oluşan İslam ve Müslüman algısının teorik çerçevesinin nasıl olduğunu ve bunun Birinci Haçlı Seferi’nde pratize edilme biçimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu anlamda önce algının haçlı kroniklerinde teorik düzeyde var olduğu iddia edilen kavramsal çerçevesi çizilmiş, ardından onların anlatıları üzerinden uygulamanın nasıl gerçekleştiği; Antakya, Maarratünnu’man ve Kudüs katliamları örnek verilerek uygulamaya konma biçimleri tasvir edilmiştir. Makalenin ham maddesini genel itibariyle Birinci Haçlı Seferi kronikleri oluşturmuştur. Çalışmanın temel sorunsalı söylemin teorik düzeyini oluşturan ana etmenlerin neler olduğu, bunun algıyı nasıl şekillendirdiği, algının pratize edilme biçimlerinin hangi sonuçlara yol açtığı gibi sorular etrafında şekillenmiştir. Makale konuyla ilgili problematik düzeyde söz konusu ettiği soruları tarihsel analiz yöntemiyle tartışmış ve açıklamıştır. Tartışma, Cluny reform düşüncesi çerçevesinde, Katolisizm’deki reformasyon sürecinde Kutsal topraklar ideali üzerinden oluşturulan İslam ve Müslüman algısının, Papa II. Urbanus’un söylemleri doğrultusunda Haçlı Seferi’ne dönüşmesi ve bunun tarihte eşine az rastlanan bir katliam oluşturduğu sonucuna varmıştır. Böylece Katolik Hristiyanların, İslam ve Müslüman algısının, kendi dünya görüşlerinden ve medeniyet tasavvurlarından bağımsız ele alınamayacağı çıkarımında bulunulmuştur.Article ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, Remzi; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiÖZET Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Article ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ SBE, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, Remzi; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiÖZ Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Article CİZRELİ BİR ALİM: İBNÜ’L ESÎR(Tarih Okulu Dergisi, 2018) Polat, Ziya; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiTürkiye’nin sınırları içerisinde yer alan Cizre, hem bulunduğu konum ve coğrafi özellikleri hem de ilmi ve kültürel açıdan İslam medeniyetinin önemli şehirlerinden biridir. Cezire bölgesi Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra, şimdiki yerinde kurulan şehir, kısa sürede büyük bir gelişme göstererek siyasi, ticari, ilmi ve kültürel açıdan önemli bir merkez haline geldi. Halkın katkıları ve yöneticilerin destekleriyle şehirde büyük alimlerin yetiştiği medreseler kuruldu. Bu alimlerden bazılarının etkileri bugün dahi devam etmesi şehrin İslam tarih ve medeniyetindeki önemini göstermektedir. Bu makalede Cizre’de yetişmiş ortaçağ İslam dünyasının en büyük tarihçilerinden biri olan İzzeddin İbnü’l-Esîr el-Cezeri’nin hayatı ve eserleri, bölge ve İslam medeniyetine katkıları bağlamında ele alınacaktır. Bu çerçevede önce Cizre’nin İslam medeniyeti açısından önemi üzerinde durulacak, daha sonra buradaki medreselerde yetişmiş İbnü’l-Esîr’in hayatı siyasi süreç göz önünde bulundurularak incelenecek, en sonda da müellifin eserleri üzerinden İslam Medeniyetine yaptıkları katkılar tasvir edilecektir.Presentation CUMHURİYET’İN DİYARBAKIR’DA KİMLİK İNŞASI Ercan Çağlayan, İletişim Yayınları, İstanbul 2014, 319 s(2017) Ekinci, Mehmet Rezan; 02.14. Department of History / Tarih Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu ÜniversitesiEserin yazarı, halen Muş Alparslan Üniversitesi FEF Tarih bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmakta olan 1980 Bingöl doğumlu Ercan Çağlayan, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde tamamlamıştır. “Geç Osmanlı”, “Erken Cumhuriyet” dönemi şehir tarihi, milliyetçilik, azınlıklar ve Kürdler üzerine çok sayıda ulusal ve uluslarası çalışması olan yazarın 2012 senesinde tamamlamış olduğu doktora tezi, “Tek Parti Döneminde Diyarbakır (1923-1950)” adını taşımakta ve incelenen eser de bu tezden neşet etmekle birlikte büyük oranda değiştirilmiş halinden oluşturulmuştur